https://www.youtube.com/watch?v=ss8XZWtipEI SELİ: UÇMAK İSTEYEN KURBAĞA
Sabah yine müthiş bir neşe ve coşkuyla uyanmıştı. Hemen kırların, çimen ve çiçeklerin olduğu yere, daha da önemlisi, uçabilenleri görebileceği yerlere gitmek için telaşla evden ayrıldı. Çıkar çıkmaz yine kendisi gibi telaşlı bir hava içinde koşuşturan küçük Nozi’yle neredeyse çarpışıyorlardı. Yan komşusu olan tırtıl Dodi de bir uçabilen hayranı ve uçabilme hayalperesti idi. Ona da uğramayı unutmadı Seli; birlikte yola koyuldular. Yolda sincap Sem’e rastladılar. Bir araya geldiklerinde genellikle vadideki gelincik tarlasına ya da nehre giderler oradan gökyüzündeki çeşitli uçabilenleri izlerlerdi. Serçe Hop ile de orada tanışmışlardı. Uçmanın nasıl bir şey olduğunu merak etmeleriyle başlayan sohbetlerinden doğan bu tanışma sonrasında uçabilmek, giderek büyüyen bir tutku olmuştu onlar için. Koşa zıplaya güzel gelinciklerin tarlasına geldiler. Daha önce orada sinek ve bazı böcekleri görmüşlerdi. Seli bugün yanlarına gidip biraz konuşmak istiyordu onlarla. Seli içinden ve tabii doğasından geldiği gibi zıplayıp gezerek uçabilen dostlarına eşlik ederken bir yolunu bulup bir gün aralarına katılacağına inanıyordu. Elbette herkesin kendi vücuduna göre doğuştan kabiliyetleri olduğunu görebiliyordu; mesela kendisinin diğerlerine kıyasla ne kadar yükseğe ve ileriye sıçrayabildiğini keşfetmişti. Bununla böbürlenmek aklına bile gelmemişti ama hoşuna da gidiyordu. Biri öğrenmek istese seve seve nasıl daha ileri ve yükseğe zıplanacağını tarif edebilirdi. Ama gel gör ki onun gönlü uçabilmekteydi. Seli, gördükleri ve aklından geçirdikleri karşısında büyülenmişçesine dolaşırken bir gün kardeşi Poli’ye uçma isteğinden söz etmişti. O günden itibaren Poli’nin içini bitmek tükenmek bilmeyen bir endişe kaplamıştı. Kardeşinin kendisinin yaşadığı hayal kırıklıklarını yaşamasını istemiyor, onu engellemek istiyordu. Ama ne kadar uğraşsa da bir türlü onu vazgeçiremiyordu. Sonunda aklına, işe yarayacağından neredeyse emin olduğu bir çözüm geldi. Aslında aklına gelen son çare de denebilirdi buna. “Haydi, Büyükba’yı ziyarete gidelim” dedi Poli. Seli Büyükba’yı çok severdi ama onu asıl sevindiren, Büyükba’nın uzak kıyıdaki evine kadar gidecekleri yolda yeni, başka uçabilenlerle karşılaşabilme ihtimaliydi. Sabahın erken saatlerinde yola çıktılar, çünkü uzak kıyıya gidip akşamüstü eve dönmek için geç olmadan ayrılmaları gerekiyordu. Zamanları kısıtlı olduğu için Poli telaşla önden zıplaya zıplaya yola koyuldu. Yol boyunca ara sıra kardeşini kontrol edip, çok geride kalmamasını sağlamak için uğraşıyordu bir yandan. Ama Seli, neşe ve heyecan içinde çiçeklere konan, ara sıra aynı yöne doğru uçan, bazen görünmez olup tekrar ortaya çıkan bir sürü uçabilenle karşı karşıyaydı. Bazıları yan yana kimisi tek başına havada asılı kalıyor ya da aniden yanından geçiyordu. Kimisine yaklaşıp sohbet etmeye çalışıyor, kimisine hayranlık ve merakla bakakalıyordu. Poli oldukça sabırlı davrandığını sanıyordu ki sonunda dayanamayıp yine Seli’ye acele etmesi için seslenirken buluyordu kendisini. Büyükba’nın evine vardıklarında öğlen saatini çoktan geçirmişlerdi. Günlerden Pazartesi’ydi ve Büyükba’nın meşhur çay partisi günü idi. Bu da misafirlerin tatlı kabaklı börekleri bitirmiş olması ihtimalini hatırlattı Seli’ye. İşte şimdi çok üzgündü. Seli gecikmeye kendisinin neden olduğunu düşünüp bu sorumluluktan biraz utanarak sessizce, bir gözünün küresini pencereye dayayıp gizlice içeriye göz atmaya karar verdi. Tek gözüyle pencereden içerisini görebilecek kadar hafifçe zıplamaya başladı. Poli, kardeşinin muzipliğine alışıktı ama kaybedecek zamanları da yoktu ya hemen kapıyı çaldı. Büyükba torunlarını neşeyle karşıladı, masadaki tabakta son bir dilim börek kalmıştı, ocakta da mis gibi çay keyiflenmekteydi. Ocağın önündeki sallanan sandalyede oturan ihtiyar tırtıl kapının çalınması ile ara verdiği öyküsüne devam etmeden önce son bir an duraksayıp çocukların bir kenara oturmasını bekledi. Poli dedesine yakın bir yere geçmeye can atarken Seli de hikâyecinin yanına ilişti. Tırtıl bu kez sanki Seli’nin geleceğini bilirmiş gibi onu çok meraklandıran uçma konusuna dair bir şeyler anlatıyordu. Arkadaşlarıyla yaşadıkları geniş yapraklı ağaçtan bahsediyordu. Bir ağaçta yaşamak bile Seli için benzersiz bir tecrübe konusuydu. Ağaçların sadece köklerine yaklaşabiliyordu. Yukarısı hakkında, oradan görülebilenler ve havada olmaya dair her şeyi büyük bir iştahla dinledi. Ama sözünü kesip Tırtıl’a soru sormaya cesaret edemedi. Tırtıldan sonra sözü bir başkası aldı ve ardından bir başkası… Hikâyeler ve çaylar bitmek bilmiyor ama zaman ilerliyordu. Poli neden geldiklerini bile anlatamadan, gitme zamanı gelmişti. Ama Poli ne yapıp edip ayrılmadan önce mutlaka derdini Büyükba’ya anlatmalıydı. Büyükba’ya usulca yaklaşıp eğilerek, “Seli’yi bu imkansız hayalinden vazgeçirmeliyiz Büyükba, senden başka kimse bunu yapamaz” diye fısıldayıverdi. Büyükba, patlak gözlerini olabildiğince açarak “Neymiş bakalım benim muzip torunumun büyük hayali?” diye yüksek sesle lafı ortaya atıverdi. Seli, kendisinden bahsedildiğini anlamış ama nasıl bir cevap vermesi gerektiğini ya da nasıl söyleyeceğini bir an kestirememişti. Cesaretini toplayıp dolu dolu bir nefes aldı ve bir anda “Ben de uçmak istiyorum. Uçabilenleri izledim, nasıl yaptıklarını biliyorum. Hatta bir kaçıyla arkadaş oldum. Bir kurbağa olarak doğduğumu biliyorum. Yani iyi zıplayabilirim ama uçamam. Yine de bir yolunu bulmak ve ben de uçmak istiyorum” dedi. Büyükba’nın misafirleri, genç kurbağanın heyecanı ve birkaç cümleyle anlatıverdiği hayali karşısında şaşırmış ve etkilenmiş görünüyorlardı. Biri, “Pekiyi ama kanatların olmadan nasıl uçacaksın” dedi. Diğeri, “Olsa olsa bir kuştan yardım istersin ama her istediğinde bir kuşu bunun için alıkoyamazsın ya” dedi. Herkesin aklına gelen yorumlar aşağı yukarı bu işin imkânsızlığı ya da zorluğunu anlatır türdendi. Seli tüm bu yorumlar karşısında suskunluğa kapılmıştı. Poli’nin istediği oluyor gibi görünüyordu… ta ki Büyükba sözü alana dek. Büyükba, bu kez patlak gözlerini olabildiğince kısarak Seli’nin gözünün ta içine baktı ve başladı. “Uçabilen arkadaşlarında olup da sende olmayan nedir sevgili Seli;” dedi “…sadece kanatlar mı?” Seli, ilk kez sadece karşı olmak veya onu engellemek niyetinde olmayan bir soru duymuştu. “Aslında,” dedi “ …uçabilenlerin, bu kanatlarıyla uçurabilecekleri hafif ve farklı biçimlerde gövdeleri ve dengeli ayakları var” “Eğer benim de kanatlarım ve onlarla taşıyabileceğim bir gövdem olsaydı… BEN DE UÇABİLİRDİM!” Büyükba, sadece tek bir soru sorarak, daha önce hiç kimsenin vermediği cevabı kendisinin bulmasına yardımcı olmuştu. Seli’nin sesinin bu heyecanlı yükselişi ondandı. Büyükba, sihirli kilidi açmış ve Seli’yle birlikte tüm uçmak isteyenlerin önünde apaydınlık bir kapı belirmişti. Tüm uçmak isteyenler kim mi? Büyükba’nın geçmişinde de böyle bir hayal olabilir pekala, belki bir çoklarının da…. hatta bir takım anıları olabilir, burada herkes gittikten sonra o da anlatabilir belki. Büyükba, eski tozlu ve büyük bir kitaptan, daha önce birkaç uçabilen mühendis ve hayalperest ile yaptıkları planlardan kısaca bahsedebilir. Ve tüm bunların sonunda inanan tüm dostlar hatta hayal kırıklığı yaşamış olan Poli bile katılarak bir takım oluşturur ve hayallerinin peşinden koşabilirler…………. Pişt! Hatta Büyükba’da daha önce yapımına başlanmış ama büyük büyük ablasının engellediği, saklanmış bir model vardır; böylece kısa sürede tamamlanır ve uçuş denemelerine başlanır. Büyükba, birkaç Mühendis Uçabilen ve Seli’ye inanan diğer dostlarıyla, UÇABİLEN bir KANATLI yapma işine giriştiler. Kısa bir süreden sonra ilk uçuş denemelerine başlandı. Birkaç denemeden sonraysa ilk başarılı uçuş gerçekleşti. Seli, kendisine imkânsızı tekrar tekrar hatırlatan çevre sakinlerine, yeni açılacak bir eğlence merkezinin broşürlerini dağıtmaya başladı. DÜNYADA İLK! “UÇABİLEN KANATLI OKULU” Artık Seli de uçabiliyor ve kanatlı doğmayan diğerlerine, uçabilecek kanatları kullanmayı öğretiyordu.

Yorumlar