Sandığından Uzun Süren...

Sandığından Uzun Süren Yolculuk “Harika bir hava. Yağmur kokusu, nemli ve serin,” diye geçirdi, “toprak kokusu, mis gibi, biraz dolaşmak için mükemmel zaman!” Oli, sandığından uzun sürecek yolculuğuna böylece başladı. Önce yakın sayılacak bir yaprak yığınına yöneldi. Toprak kokusundan adeta kendisinden geçer gibi usul usul ilerledi, içine sindire sindire, yani kendisi gibi, tam bir salyangoz gibi. Buralarda doğmuştu, her yer tanıdık, her şey bildik de olsa her yağmurda kokuların, tatların bambaşka, taze bir ışıltısı doğuyordu; buna bayılıyordu işte. Buradan fazla uzaklaşmamıştı; belki bu yüzden. Sanki aynı yerde başka dünyalar keşfedip yaşama lüksüne sahipti doğuştan, kendiliğinden. Bu acaba salyangoz olmakla mı ilgiliydi, yoksa kendisi başka türde bir salyangoz muydu, onu pek bilmiyordu. Genç bir yetişkin salyangozdu, meraklı, hevesli, güçlü, iştahlıydı. Yolda olmayı çok sevdiğinin farkındaydı. “Keşke hep yağmur yağsa, daha da uzaklara gitsem, belki daha başka yerler, tatlar, kokular hatta belki başka salyangozlar tanırım; belki benim gibi birini bile.” Bugünkü ufak gezintisine çıkarken bunlar kendiliğinden dökülüverenlerdi önüne. Belki kelimeleri başka türlü söylemişti ama bunun gibi bir şeyler geçirmişti. Yaprak yığını enfes, zengin ama bir yandan fazlasıyla tanıdık geldi; fazla oyalanmak istemedi, devam etti. Uzakta bir ağaç kabuğu vardı, civarda birileri daha olabileceğini düşündü. Hava o kadar güzeldi ki, kendisini hiç ağırlığı yokmuş gibi hissediyordu. Hiç ağırlığı yoktu ve sonsuz enerjisi vardı. Yukarıları merak ediyordu, aşağıları da. Bir mantar öbeğine tırmanmayı deneyecekti. Evet, tam ileride bir öbek onu çağırıyordu, nefis, sulu mantarlar. Orada oyalanabilirdi işte. Sonra da su kenarına gidebilirdi. Her ilerleyiş, her durak aklında yeni olasılıklar uyandırıyordu. Neşe doluydu. Umut doluydu. Mantarlara tırmandığında yine bir şey keşfetti. Orada duran koskocaman bir su damlası sayesinde; su içmek için yaklaştığında, ardında her şeyin daha da ışıl ışıl, daha farklı, büyük ve derin göründüğünü fark etti. Suya dayanmış, hayranlık dolu bir rüyada gibiydi. Tam bu sırada ürküten bir uyarı çınladı gökyüzünde. Çok şiddetliydi. Korkmamıştı aslında, neler geleceğini biliyordu. En sevdiği, yağmur damlaları. Çok uzaklardan toplanmış küçük haber kesecikleri. Hafıza torbacıkları. Her biri ayrı bir hikayenin zarfı, her biri bir çok duyunun aynası. Az önceki gibi birer dürbün olmaya ya da toprağa veya önceden biriken diğerlerine karışıp içlerine katılıp büyümeye geliyorlardı. “Geliyorlar!” diye sevinmişti. “Güya ürkütücü, ama aslında bir kutlamanın başlatıcısı, habercisi.” Kendisini, düşünürken ilerlemekten alıkoymamıştı. Çok sevdiği damlaların gelişini rahatça izleyebileceği bir başka saçak seçmeye gidiyordu; acelesiz. Mutluluk. Geliyordu. O da karşılamaya hazırlanıyordu. İçinden her yolculukta geçenler, yepyeni düşler, hikayeler, artık kendisinin parçaları, duyularıydı. Düşleriyle duyabiliyordu. Parçalar. Çok sayıda hem de her biri çok kıymetli kendine özgü parçalar. Parçaların birleşmesini hiç düşünmemişti ama daha önce. Daha uzakları ya da başka salyangozları. Başka salyangozlar da olmalıydı, kendisi gibi doğmuş, keşfe çıkmış birileri daha olmalıydı. İlk damla, gürültüyle tam yanına düşüp toprağa karıştı. Böyle söylendiği gibi bir anda olmuyordu Oli’nin dünyasındaki işler. Her işin, her yaşantının, kendine göre bir hızı, ağırlığı, mesafesi vardı. Her birinin gücü hissedilirdi tüm yoğunluğuyla. Saklandı, izledi. İlerledi. Kokular, tatlar yine muhteşemdi ve çağırmaya devam ediyordu, daha uzağa devam etmeye çağırıyordu. Devam etti. İlerledi. Sudan geçti. Toprağı hissetti doya doya. Geçtiği yerlerde izlerini bıraktı. Arıyordu. Sadece arıyordu. Çağıranın ne olduğu değil de çağrının kendisinin peşindeydi. Yol, yolculuk; kendisi yol olmuştu. Yola methiye düzecek kadar yabancı değildi. Ne kadar sürdü, ne kadar uzağa gitmişti kestiremiyordu. Aslında artık umurunda da değildi. Başka birileri de olmalıydı; sadece seziyordu. Seziyor, inanıyor, düşlüyor, merak ediyordu. Başkaları ne demek bilmeden. Birini düşünüyordu. Buluşmaya gidiyordu. Tüm bedeniyle tüm duyularıyla benzediği, birleşeceği, keşfedeceği kendi gibi, ama başka biri. Bildiği yerlerden uzaklaşmak korkutmadı, incitmedi. Aksine en aşılmaz görünen engeller, en can yakacak sanılan şeylerden bile o hafifliği, geçirgenliği hatta yumuşaklığıyla hiç zarar görmeden kayıp geçiyordu. Eğlenceli olmaya başlamıştı yolculuk, zor göründükçe oralı olmadan devam etti. Giderek hafifledi; duyularıysa keskinleşti.

Yorumlar